BIST 10.644
DOLAR 32,23
EURO 35,04
ALTIN 2.506,08
GÜNCEL

Sokak oyunları yerini bilgisayara bıraktı

Saklambaç, körebe, çelik çomak, yakar top, seksek, yerden yüksek, en bilinen sokak oyunları... Ama gelişmekte olan teknolojiyle birlikte dijital oyun sahası, çocukların oyununu bozdu!

Akşam gazetesinin haberine göre; karne hediyesi olarak ilk sırayı ‘tablet’e kaptıran bisikletçilere, artık sokakta top oynanmadığı için değiştirecek cam kalmadığından vitraycılığa dönen ‘camcılara’ ve çocuk gelişim uzmanı Sabiha Paktuna Keskin’e sorduk: Çocuklar neden artık sokağa çıkmıyor ve bunun sonuçları ne olur?

Artık üst kat komşumuz, kimsenin kafasından aşağıya su dökmüyor. Karşı bahçemizde oturanlar da ağaçtaki elmaları çalındığı için söylenmiyor; pencereden sarkıp “Uyuyamıyoruz; artık evinize gidin” diye bağıranlar da yok bizim sokakta. Aslında artık bizim sokakta pek ses de yok. Birçoğu artık yaşlı olan ve yaşlandıkça huysuzlaşması gereken komşularımızın bu denli değişmesi çok şaşırtıcı değil mi? Değil elbette çünkü değişenler onlar değil. E büyüdük tabii, artık sokakta oyun oynayacak yaşı geçtik. Biz geçtik de, bizim yerimizi alacak ve bizi çıldırtacak olan çocuklar nerede? Bakkalın önünde neden rengârenk plastik toplar asılı değil artık? Mahallenin camcısı ne zaman dükkânını kapatıp gitti? Bu sokak neden her geçen gün daha da sessizleşiyor. Bakındım bir süre, bu çocuklar nerede? Çocuklar televizyon başında; çocuklar bilgisayar başında… Havuzda güneşlenen kimse şikâyet etmiyor artık çok ses var diye. Ne sesi! Koşup havuza atlayan ve çevredekileri ıslatan çocuklar bile yok! Güneşin altında ellerinde birer tablet, ‘sörf’ yapıyorlar en sanalından.

KARNE HEDİYESİ DEĞİŞTİ

Bir araştırma yapılmış ve bu yıl çocuklara alınan karne hediyeleri arasında birinci sıraya oturmuş bu tabletler! Karne hediyesi ne zamandan beri bisiklet olmaktan çıktı? İstanbul Fatih’teki Aslı Bisiklet’in Pazarlama Müdürü Aytimur Uzun’la görüştüm bu konuyu. Aytimur Bey, “Evet bisiklet artık karne hediyesi olmaktan çıktı. İnsanların algısı değişti ama 16 yaş üzeri, daha bilinçli olarak bisiklet satın alıyor, ülke olarak bisiklet kullanma kültürümüzde yükselme var” dedi. Buna sevindim en azından. Sonra sokak sokak gezip bir camcı aradım. Bulamadım! İnternetten ulaştım bir firmaya, 35 yıldır bu işin içinde olduklarını, mahalle camcısı olarak başladıkları bu işi büyüterek vitray, cam dekorasyona dönüştürdüklerini anlattı. Çocuklar sokaktan çekilince kırılan ev camları da azaldı tabii…

SOKAKTA OYNAYAN SON ÇOCUKLAR

Ben, teyzemden saklambaç oynamayı öğrendim. Abim ve arkadaşlarının anlamsızca ‘simiiiiiiit’ diye bağırarak birbirlerini kovalamalarını izledim saatlerce, bir gün onlarla oynayabilmek ihtimalini düşünerek. ‘Dansa davet’ vardı, o meşhur yaz aşklarının başlamasını sağlayan... Gece yarısı en güzel şeydi saklambaç oynamak ve çanak çömlek patlasın diye birbirimizin kıyafetlerini giymek. Bisiklete binmeyi öğrenmek diye bir heyecan vardı. Mahallenin büyükleri bu görevi devralırdı. Düşündüm de o sıra hiç bana gelmedi, kimseye bisiklete binmeyi öğretmedim, körebenin kurallarını da! Yakar top oynarken iyice sıçrayıp bacaklarını açmanın ne kadar havalı olacağını da anlatmadım. Aslına bakarsanız ben bile unuttum bunları zaman içinde! ‘Sokakta oynayan son çocuklar’ olarak kaldı unvanımız.

AMERİKA’YI SOLLADIK!

Dijital oyun pazarının dünya genelinde 68 milyar dolar ciroya ulaştığını öğrendim ve acaba Türkiye’de neler oluyor dedim. Bu pazarın büyük bir kısmını beslediğimizi düşündüm ki yanılmadığımı gördüm. Ülkemizdeki oyun pazarı, yıllık yaklaşık yüzde 20 civarında büyümekte. Bu, Avrupa ve Amerika’nın büyüme hızını geçmiş olduğumuz anlamına geliyor. Çocuklar sokakları terk etti diyebilir miyiz? Hayır. Aslında yeni nesil çocuklar, sokaklarla hiç tanışmadı.

Eskiden sokakta oyun oynadığı için çocuklarından şikâyet eden anne-babalar yerini bilgisayar başından kalkmayan çocukların ebeveynlerine bıraktı. Onlar da bu durumdan şikâyetçi. Ancak uzmanlar bundan sorumlu olarak ne çocukları ne de bu pazarı geliştirenleri gösteriyor. Sorun, çocukları yetiştiren yetişkinlerde! Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin, teknolojiye ayak uydurmak ve olumsuz etkilerinden çocukları korumak gerektiğini vurgularken, çocukları 2 buçuk yaşından önce teknolojiyle tanıştırmamak konusunda aileleri uyarıyor ve ne yapılması gerektiğini anlatıyor:

“Bilgisayarla ilgili ailelerden gelen bir feryat var; ‘Benim çocuğuma dikkat yetersizliği teşhisi konuyor dersleri konusunda; fakat bu hiperaktif çocuk saatler boyunca nasıl bilgisayar başında durabiliyor?’ Diyelim ki, bilgisayarda renkler var, sesler var, görüntüler var ama Harry Potter gibi kitapları sayfalarca okuyabiliyor o çocuk. Bu çocuk dersinin başında oturmuyor ama kitabın başından kalkmıyor. Bu nasıl oluyor? Burada insanın gerçeğini görmek zorundasınız. Çocuğun o binlerce sayfada okuduğu şey kendisi, bilgisayar oyununda çocuğun gördüğü kendisi. Eğer siz ona eğitim adı altında kapasitesi dışında bir şeyler yüklerseniz, ondan uzaklaşacaktır. Kendisini yansıtan olaylara da yönelecektir doğal olarak. Ama burada bir başka soru daha var, bu çocuk orada o oyunlarla bir gerçeğini yansıtabiliyor ise neden sokakta bir çelik çomakla yansıtmıyor? Ya da neden saklambaç oyunlarıyla yansıtmıyor? Ben artık annelerin çocuklarına masal anlattığını duymuyorum, kitap okuduklarını duyuyorum. ‘Ben çocuğumu ne kadar erken kitapla tanıştırırsam derslerinde o kadar başarılı olur’ diye bir algı var. Onun için artık birçok oyuncak da kitap şeklinde. Böyle bir şey söz konusu değil. ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ı doğaçlama anlatmanızla kitaptan okumanız çok farklıdır. Çünkü doğaçlama anlatırken mimik kullanır ve ses tonunuzu ayarlar çocukla göz göze gelirsiniz. Oysa kitabı sadece okursunuz. Çok önemli bir fark bu. Çocukların mimikleri taklit ettiği bir dönemde siz donuksunuz. Mimikleri taklit etmek ‘diğerlerini anlamak’ demektir. Bu bizim ekip olarak çok üzerinde durduğumuz bir konu. Diğerlerinin ne düşündüğünü anlayabilmek empatinin ötesinde bir şey. 2 ve 4 yaşı arasında gelişen, bizim masallar anlattığımız dönemde gelişen beyindeki sistemler bütünü. Sonra ne yapıyorsunuz, masalları okumakla başlıyorsunuz, sonra yemek yedirmek için televizyon karşısına oturtuyorsunuz. ‘Başka türlü yemiyor’ diye yakınıyor anne. Çocuk beyninin gelişme silsilesinde her taşın yerli yerinde olması gerektiğini savunuyorum. Çocuk 2 boyutluyu 3 boyutluya çeviremiyor. 2 yaşındaki bir çocuk bir objeyi alır önce burnuna götürür sonra bakar, sonra yalar. 5 duyusuyla algılamaya çalışır.

DAVRANIŞLAR SATRANÇ GİBİDİR

Çünkü çocuklar 3 yaşına kadar bilinçaltı canlılarıdır, kesinlikle düşünceyle hareket etmezler. Konuşmaları bile kes yapıştır şeklindedir. Bilinçaltı 5 duyuyla gelen objeleri ya artı ya eksi diye kodlayacaktır. Ya yaklaşacaktır ya da uzaklaşacaktır. Oysa ne olduğu belli olmayan bir uyaranı ne tarafa atacağını da bilemez. Eksiye atar. Ondan sonra hırçın, kaygılı gergin bir çocukla karşı karşıya kalınır. Bu sefer, bunun nereden geldiğini o günkü olaylara bağlamaya çalışıyoruz. Hâlbuki davranışlar tıpkı satranç tahtası gibidir. Yani siz bir sonraki hamleyi değil, 5 sonraki hamleyi görürseniz, davranışlarınızın nelere mal olduğunu anlayabilirsiniz. Kaygılı, öfkeli ve diğerlerini anlamayan bir çocuk yetiştiriyorsunuz, ‘sen’ algısını bilmeyen sadece ‘ben’ algısı olan bir çocuk bilgisayarın başına geçip saatlerce orada kalabiliyor. O oyunlar insanın gerçekliğini sunuyor. Üstelik eksik bir gerçeklik, hani sokakta oynamak ve karşılıklı ‘seni’ algılamak?

2,5 YAŞ SINIRI ÇOK ÖNEMLİ

Konunun olumsuz tarafından şikâyetçi olan biz yetişkinlerin, aslında bu olumsuz tarafların ortaya çıkmasında çok payı var. O zaman biz teknolojiyi serbest bırakacağız ama 2,5 yaşından önce de onu teknolojiyle tanıştırmayacağız. Çünkü beyin 2,5 yaşından sonra 2 boyutluyu 3 boyutluya çevirme yeteneğini kazanıyor. Ondan sonra o da bu çağa ayak uyduracak ama onun 4-6 yaş gelişme zamanında da yanında olmamız gerekiyor. Yaşıtlarıyla koşturacak, kıracak dökecek yuvarlanacak, bunlara fırsat tanıyacağız. Kendi bildiğimiz doğruları ona empoze etmeyeceğiz. Onun doğrularına biz ayak uydurmaya çalışırsak o zaman teknolojiyi istediği gibi kullanır.”

Yorumlar
ÇOK OKUNANLAR