BIST 9.795
DOLAR 32,60
EURO 35,00
ALTIN 2.451,33
YAZARLAR

Bu mezunlar darbeci mi demokrat mı?

Bu mezunlar darbeci mi demokrat mı?

Nasıl mezunlar? Darbeci mi demokrat mı?

Eğitmek mi İğitmek mi?

“Eğitim”, Türkçe sözlükte, “belli bir bilim dalı veya sanat kolunda yetiştirme, geliştirme ve eğitme işi, mezun çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine yardım etme” olarak yer alıyor.

Eğitim, “eğitmek” daha doğrusu “iğitmek” kökünden geliyor. “İğitmek” Divan-ı Lügat-ü Türk’e göre: “hayvan ya da köle beslemek, yetiştirmek” diye geçiyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında “eğitmek” olarak kabul görüyor. Eğitim dilimizde kimi kez, “öğretim”, “terbiye”, “talim” gibi sözcüklerle de ifade ediliyor.  “Terbiye” ve “talim” kelimeleri de daha çok, “hayvan alıştırma”, “hayvan arabalarının dizginleri” karşılığı olarak kullanılmış.

Tüm bu kök açıklamaları toplumsal bilinçaltımızı da yansıtıyor aslında. Eğitmek söz konusu olduğunda, bu işi yapmak üzere yola çıkan kim olursa olsun, ister devlet, ister cemaat ya da ideolojik gruplar, aslında “köle” yetiştirmeyi, “mürit” oluşturmayı hedefliyor.

“Ex-duco” mu “Milli” Eğitim mi?

İngilizce’de eğitim sözcüğünün karşılığı olan “Education” kelimesinin kökü ise, Latince’den gelmektedir: ‘ex-duco’, tam anlamıyla açığa çıkarmaktır.

Gerçekten de eğitimin amacı da işlevi de bireyin kendi içinde var olan (yeteneklerini, kapasitesini) ortaya çıkarabilmesi konusunda ortam sağlamak, yardımcı olmak, yol göstermek olmalı.

Türkiye’de eğitimin amacı gerçekten de “ex-duco” mu, yani çocukta, gençte, yetişkinde, vatandaşta var olanı ortaya çıkarmak mı, yoksa “iğitmek” mi?

25 bakanlıktan sadece savunma ve eğitim bakanlıklarının önünde “milli” sözcüğünün olması, vakıf (“özel” OA) üniversitelerin tabelalarına kocaman T.C. yazmaları bile başlı başına amacın ne olduğunu açık seçik ortaya koymuyor mu?

Her ülkenin kendine özgü kültürel değerleri, koşulları, değer yargıları olduğu bir gerçek. Bunun sadece eğitimde değil her alanda göz önünde tutulmasında hiçbir sakınca yok. Tam tersine “ulus” olma, toplum olma açısından yadsınamaz bir gerçek olarak değerlendirilmeli. Ancak, tüm dünyadaki akranları ile rekabet ederek, sadece kendi ülkesinde değil tüm dünyada değerler üretebilecek, iş bulabilecek, sadece kendine ve ülkesine değil tüm insanlığa katma değer katacak bireyler yetiştirmeyi hedeflediğini ileri süren devlet-özel eğitim camiasının bakanlığının “milli” ibaresi ile tanımlanması bir çelişki değil mi?

“Birey” mi “Mürit” mi?

Devlet-özel fark etmeksizin, okullardaki çoğu uygulamalar, eğitimin temel amacının “birey”lerden daha çok “mürit”ler yetiştirmek olduğu yargısına götürüyor insanı.

İlköğretim 1. Sınıftan 4. Sınıf sonuna, ortaokul 5.  Sınıftan 8. Sınıf sonuna kadar her yıl 180 toplam 1440 gün 5-14 yaş grubuna, sorgulama izni vermeden, “varlığım Türk varlığına armağan olsun”dedirtmek;

İlköğretim 1. Sınıftan lise 12. Sınıfa kadar 12 yıl her hafta 2 kez “bayrak töreni” yaptırmak ve “milli marşını” okutmak;

Beden eğitimi derslerini, “rahat-hazır ol, hizaya bak, selam dur” gibi asker komutları ile başlatmak ve bitirmek;

Tüm bayramlarda öğrencilere askeri düzen içinde resmi geçitler yaptırmak, devlet erkanını selamlatmak;

Derse giren öğretmen için öğrencilerin ayağa kalkmasını istemek;

Devlet-özel tüm okullarda öğrencileri sadece tek tip forma ile okula gelmelerine izin vermek;

Mezuniyet törenlerinde askeri düzende “sancak” devir teslim törenleri yaptırmak, askeri adımlarla yürütmek, “sancağı” öptürerek teslim aldırmak;

Öğrenci kulüp etkinliklerinde, veli seminerlerinde bile “saygı duruşu” ve “ulusal marşla” başlamak;

Sadece ilkokul, ortaokullarda ve liselerde değil, üniversitelerde dahi, çok yakın tarihi asla öğretmemek, anlatmamak, anlatan öğretmenleri cezalandırmak; yakın tarihi ise tek kaynaktan okutmak ve alternatif kaynakları okumayı, okutmayı yasaklamak;

Sorgulayan birey yetiştirmeyi amaçladığını ileri sürmek ama asla resmi ideoloji çerçevesinde anlatılan olayları, kişileri sorgulatmamak;

Üniversitelerde dahi, konuları ve soruları, konuşulabilecek-konuşulamayacak konular ve soru sorulabilecek-sorulamayacak olaylar, kişiler olarak belirlemek ve bu konuda dayatıcı olmak;

Bunlara benzer birçok uygulama, devlet-özel ayırım gözetmeksizin, toplumsal olarak sözde, sorgulayan bireyler yetiştirmek istediğimizi ileri sürerken, ne yazık ki pratikte bunun tam tersi çok da sorgulamayan, verileni sorgulamadan kabul eden “müritler” yetiştirmek istediğimizi ve bunda da başarılı olduğumuzu görüyoruz.


Klan Toplumu

Günümüzde “klanlar” tekrar ortaya çıkıyor.

Etrafı tel örgülerle çevrili, kendi özel güvenliği, özel sosyal tesisleri, alışveriş merkezleri olan sitelerde, uydu kentlerde oturuyor, belli yerlerdeki kafelere lokantalara gidiyor, belli bir sınıf kültü oluşturuyoruz.

Sadece kendi siyasi görüşümüze uygun gazete-dergileri okuyor, bizimle aynı düşünceyi paylaşan köşe yazarları dışında köşe yazarlarını asla okumuyoruz. Yazarlardan bizim gibi düşünenlerin kitaplarını alıyor, bizim gibi düşünmüyorlarsa roman-hikaye-şiirleri edebi olarak çok iyi de olsa asla okumuyoruz.

Çok ünlü bir özel lisede, bir gazete bir işadamından başka bir işadamına satıldığında, iş adamının siyasi görüşünden ötürü gazetenin kütüphaneye alınması yasaklanabiliyor. Okullara alınan gazeteler okulların siyasi görüşlerini de yansıtmış oluyor aynı zamanda.

Hele gençler, internet ortamında her konu ile ilgili sadece sanal paylaşım “sözlük”lerinde ne yazıyorsa ona inanıyor. Orda yazan her şeyi kayıtsız koşulsuz doğru kabul ediyorlar. Orda yazanın aksine yazan hiçbir şeyi kabul etmiyorlar. Belli mizah dergilerini takip ediyorlar, dergide yer alan bir karikatürle ilgili karşıt hiçbir haberi, bilgiyi değerlendirmeye almayı bile kabul etmiyorlar. Sosyal paylaşım sitelerinde sadece kendileri gibi düşünenlerin videolarını yorumlarını paylaşıyor, karşıt hiçbir paylaşıma izin bile vermiyorlar.

Aslında her birimiz, adı düşüncesi farklı ama illa ki bir grubun müridi oluyoruz.

Okullarda “analitik düşünebilen” deyip duruyoruz. Ama top yekûn, hepimiz tüm olaylara ve konulara sorgulamadan, alternatiflerini araştırmadan, beynimizden ya öyle değilse sorusunu sonsuz sürgüne göndererek yaklaşıyoruz.

Bir Çobanın Oyu Nasıl Olur da Bir Profesörün, Sanatçının.. Oyu İle Aynı Değerde Olur?!

Eğitimin fetişleştirildiği bir diğer konuda oy değerleri konusudur.

Belli bir konuda yüksek lisans, doktora tezi vermiş, bu alanda kitaplar yayımlayarak ve üniversitede görev alarak profesör olmuş birinin oyu ile dağdaki çobanın oyu eş değerde midir?

Farklı olanlar da vardır elbet ama genel olarak profesörlük doçentlik doktorluk  (Ph D) yaşamın tüm alanlarında yetkinlik içeren unvanlar değil ki. Belli alanlarda akademik bilgi düzeyini gösteren unvanlar bunlar. Bu unvanlar kendi alanlarında akademik bir yetki ve yetkinliği ifade eder. Diğer tüm alanlar için de aynı şey söz konusudur. Doktor, avukat, subay, öğretmen, sanatçı, yazar, gazeteci ve benzeri tüm mesleklerde taşıdığımız unvanlar kendi mesleki alanlarımızı kapsar. Yetkinliğimiz de yetkimiz de o alanlar içindir. Ek kazanımlar, donanımlar, eğitimler, birikimler, yetenekler ve birçok başka insani değerler olmadığı sürece de yaşamın başka bir alanı hele tümü için asla yetkinlik göstergesi değildir.

Yaşamda her olay konu kendi içinde değerlendirilmelidir. Su ürünleri bir profesör aynı zamanda çok iyi yazar da olabilir. Bir resim öğretmeni kendini siyaset biliminde yetiştirmiş de olabilir. O zaman su ürünleri profesörün edebi bilgisi muteberdir. Resim öğretmeninin siyaset bilimi konusundaki görüşleri de öyle. Salt profesör ya da öğretmen olduğu için değil. Hiç bunlar olmadan ve bilinmeden, salt eğitim düzeylerine, eğitim aldığı kurumlara, akademik unvanlarına, mesleklerin toplumdaki saygınlık ölçütlerine bakarak, bazı meslekleri ve kişileri ülkenin geleceği için tek ya da en azından daha çok söz sahibi olmasını istemek en iyimser tabiriyle bir çeşit “ırkçılıktır”.

Bir ülkede ve de ülkemizde her birey eğitim düzeyi, mesleği, işi rengi, inancı, mezhebi ne olursa olsun, ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda diğer tüm insanlarla eşit oya eşit hakka sahiptir.

Burada belki bir vatandaşın diğer vatandaşlardan beklentisi en fazla şu olabilir: Herkes kendi çapında tüm alternatifleri dinleyerek, araştırarak “bilinçli” tercihlerde bulunsun. Bu bile zorla dayatılamaz. Kimin ne kadar “bilinçli” olduğuna kim karar verecek? Entelektüel bir yazar, üniversite mezunu “tarihçi” bile olsa bir mankeni “bilinçsiz” bulabilir. “Aileden İstanbullu” biri, İstanbul’a sonradan gelmiş birini eğitimi, birikimi, kente, ülkeye katkısı ne olursa olsun “göbeğini kaşıyan adam”, “bidon kafalı” bulabiliyor. Dine sıcak bakmayan biri dini vecibelerinden birini yerine getiren birini ne kadar çağdaş ne kadar demokrat olursa olsun “örümcek kafalı”, kendini dindar sanan biri de, kendi gibi olmayan birine, evrensel ahlak değerlerine ne kadar bağlı olursa olsun, ahlaksal değer yargılarından yoksun damgasını yapıştırabiliyor.

Bu ülkede doğan, yaşayan, anayasa ve yasalara bağlı, yükümlüyse vergisini veren, askere giden herkes eğitim düzeyi, yaşadığı şehir, etnik kökeni, inancı, mezhebi, meşrebi, cinsiyeti, yaptığı iş, meslek, taşıdığı unvan ne olursa olsun yasalar önünde ve oy konusunda eşittir. Aldığımız eğitimlerin türü, süresi, düzeyi bu gerçeği değiştiremez.

Eğitim ayrımcılık için, müritler ordusu üretmek için değil, var olanı ortaya çıkarabilmek için, uygarlık için var olmalı.

Yorumlar