Ahmet Gündoğdu sendikaya veda etti!

Eğitim-Bir-Sen tüzüğündeki hüküm gereğince, Gündoğdu Eğitim-Bir-Sen’deki 12 yıllık genel başkanlığına veda etti.

MEMURLAR- Eğitim-Bir-Sen tüzüğündeki hüküm gereğince, Gündoğdu Eğitim-Bir-Sen’deki 12 yıllık genel başkanlığına veda etti. Ahmet Gündoğdu Eğitim Bir Sen Teşkilatlarıyla Anlamlı bir yazıyla vedalaştı. İşte o yazı;

“Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır”

S. Karakoç

Yıl 1961… Yıl 1987… Yıl 1992 … Yıl 2002 … Yıl 2008 … Yıl 2015 …

Millet sevdalısı Menderes ve iki güzide dava arkadaşını idam sehpasına çıkaran “kirli zihniyeti aklama manzumesi”  ve kendince “vesayetin zafer bildirisi” 61 Anayasası’nın yürürlüğe konulduğu yılda başlayan hayat yolculuğu ve millete giydirilen vesayet elbisesini yırtmaya dönük çabalara, haykırışlara ve meydan okuyuşlara talip Milli Gençlik Vakfı, Türkiye Öğretmenler Vakfı, Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen gibi yerli kurumların, dik duruşlu kuruluşların neferliği ve yöneticiliğine kadar uzanan her biri davaya adanmış sayısız nefes…

Gümüşhane Kürtün Söğüteli Köyü’nde aldığım ilk nefesten bugüne, yaşamanın gayeye ulaşmanın vasıtası olduğu idrakiyle, hayatı anlamlandırmak, ötelerin ötesine yatırım yapmak, ebedi hayatın sonsuz güzelliklerinin kapısını aralamak, Yaradan’dan razı olmak ve O’nun rızasını kazanmak için nefes tükettik. “Gerçek hayat” ile irtibatı bulunanlar için başarmaktan öte inanmanın, yola düşmenin, çalışmanın, çabalamanın, ter dökmenin yükümlüsü olduğumuzu nefsimize kabul ettirmeye gayret ettik. Köy ilkokulunda başlayan öğrenciliğim, bu anlamda hâlâ devam ediyor.

İlkokuldan ortaokula, liseden üniversiteye öğrencilik yıllarında muhtıralara, darbelere, ideolojiye dayalı kardeş kavgalarına, etnisiteye dayalı ötekileştirmeye ve onun ürettiği terör iklimine tanıklığımızla, hayata ve davaya dair öğrenciliğin son nefese kadar süreceğini öğrendik. Türkiye’yi millete rağmen yönetenler ile milletle birlikte yönetmek isteyenler, millet için üretmek isteyenler ayrışmasını ve çatışmasını kavramam da bu süreçlerin bir sonucu.  Erdemli ve Giresun İmam-Hatip Lisesi yıllarında, kişisel geleceğimin devasının değil, Hakkı yeryüzünde ali kılma davasının peşine düşmeyi idrak etmemizi sağlayan insanlarla tanıştık. Böylece, bu davaya öncülük eden insanlarla muhipliğimiz, kuruluşlara neferliğimiz başladı. Türkiye’nin son yirmi yılına yön veren lider kimliklerin de rahle-i tedrisinden geçtiği Milli Gençlik Vakfı ile tanışmamız, kimliğimize ve kişiliğimize sirayet eden “Savunan Adam” Erbakan Hocamızın yerli, milli ve manevi değerlere dayalı inşacılığıyla buluşmamız da bu sayede oldu.

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarını, “Hak’kı inşa” yanında “batılı ifşa”, “haksızlığa isyan ve itiraz” bilincini, birikimini terkip, tanzim ve tahkim ederek 1987’de tamamladık. 1987’de tamamlanan, diplomayı hedefleyen okul öğrenciliği sürecinde 71 muhtırasını, 80 darbesini yaşadık. İnsanları ötekileştiren resmi ideolojiyi ve müesses nizamını, dindarların sırtından eksik edilmeyen laiklik sopasını gördük, tanıdık. 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen darbeyi “faciadan kurtuluş”, darbecileri “kurtarıcı” olarak gösterecek kadar mahir üst bir aklın varlığını müşahede ettik. Askeri üniformanın ülke savunmasından, hâkim cübbesinin adaletin tesis edilmesinden çok, vesayetin derinleştirilmesinde iş elbisesi olarak kullanıldığına şahit olduk. İlk sivil Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın sivil siyaseti ayakta tutmak ve millette Türkiye’ye dair umut oluşturmak için attığı adımları gördük. Bu adımları engelleyen gizli elleri, vesayetin derinliğini, milleti hedef almaktan çekinmeyecek kadar acımasız derin devleti tanımaya başladık.

Devletin görünmeyen yüzünü ve yönünü henüz keşfederken, Bakırköy Ticaret Lisesi’nde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak, “medeniyet tasavvurundan ve maarif davasından” yoksun bırakılmış eğitim sisteminin çalışanı ve devletin memuru olduk.  Bilge Kral Aliya’nın “Yeryüzünün öğretmeni olmak için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım” ifadesiyle formülleştirdiği anlayışa dayalı öğretmenlik yapma telaşıyla davasının öğrencisi, öğrencilerinin öğretmeni olarak hizmet etmenin gayretine düştük.

Biz bu süreçleri yaşarken, Mescid-i Aksa şairi Mehmet Akif İnan Türkiye’yi yeni bir sendikal anlayışla tanıştıracak ilk adımı attı. 1992 yılında onun liderliğinde ve bir avuç mücadele insanının eşliğinde Eğitim-Bir-Sen kuruldu. 1992, Türkiye’nin sivil toplum ve sendika tarihi açısından bu yönüyle dönüm noktasıdır. 1992 yılı,  benim için de davaya adanmışlığın, hak bilirliğin, mazluma el uzatmanın, vefanın, mağdurun hakkını aramanın, medeniyet inşası ve ihyası mücadelesinin merkez adresi konumunda olan Eğitim-Bir-Sen’le yolumuzun kesişmesi bağlamında önemli, hayatımın akışının bütün yönleriyle değiştiği bir tarihtir. Evet, 1992 yılında, Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’in kurucu genel başkanı, Mescid-i Aksa şairi merhum Mehmet Akif İnan’ın bizzat kaleme aldığı bir mektupla Eğitim-Bir-Sen’in Bakırköy’deki teşkilatlanmasını gerçekleştirmekle görevlendirildim. Niçin, neden ve nasıl sorularını sormadım. Hem mektubu yazan hem mektupta yazılanlar bu soruları sormadan işe koyulmayı gerektiriyordu. Bir mektupla sendikacılığa başladım gibi gözükse de, yaşadıklarım, şahit olduklarım, gördüklerim ve okuduklarımla o mektuptan çok önce sendikacı olduğumu anlamam uzun sürmedi. Çünkü, söylenmek yerine hakikati söylemeyi, sitem etmek yerine Hakkın işaret ettiği sistemi inşa etmeyi, merhamet dilenmek yerine adalet ve merhameti bir arada hayata geçirmek için direnmeyi öğreten eğitim sürecinden ve eğitimcilerin rahle-i tedrisinden geçmiştik. Bu düsturla, Bakırköy İlçe Temsilciliği’ni kurup ilçe başkanlığıyla fiilen sendikacılığa başladık. Bu arada, yedek subay öğretmen olarak ifa ettiğimiz vatan hizmeti sürecinde de Kars Selim İlçesi Eğitim-Bir-Sen ilçe teşkilatını kurarak sendikal faaliyetlere devam ettik.

Sendikacılığa başladık başlamasına ama en büyük engelimiz, “Kitapta yeri var mı?” diyerek yakınlaşmayı, sendikalılaşmayı tercih etmeyen kendi çevremiz oldu. Bir yanda, sendikacılığın kitaptaki ve hayattaki yerini arkadaşlarına, dostlarına anlatma telaşı, diğer yanda sendikalara, sendikacılığa karşı çıkan devlet aklı ve erkanı ile mücadele ettik. 1996 yılında İstanbul Şube Sekreteri olarak devam ettik. Sendikal yolculukta, sonrasında Marmara Bölge Başkan Yardımcılığı, Genel Merkez Genel Araştırma ve Dış İlişkiler Sekreterliği ve 2002 yılına kadar devam eden Genel Başkan Yardımcılığı görevlerini üstlendik. 2002 yılındaki Eğitim-Bir-Sen 1. Olağanüstü Genel Kurulu’nda seçildiğim tarihten bu yana da 12 yılı aşkın süredir Genel Başkan olarak davaya, sendikama, teşkilatımıza, üyelerimize hizmete devam ediyoruz. Bütün bu süreçte, darbelerle, vesayetlerle, muhtıralarla, mütedeyyin ve muhafazakâr insanları ötekileştirmekle mahir, kendi değerlerine yabancılaşmış resmi ideolojiyle tesis edilmiş derin devleti tasfiye mücadelesinin paydaşı ve öncüsü olmanın heyecanını yaşadık. Kadim medeniyetin kadim topraklarında hüküm sürmesi gereken adil devleti yeniden tesis etmenin, milletin değerlerini eksiksiz bir biçimde yeniden hayata geçirme, medeniyeti inşa ve ihya etme mücadelesinin kararlılığıyla yol aldık. 28 Şubat sürecinin özellikle başörtülü kadın memurlara zulmeden yönüne karşı ortak aklı ve sivil itaatsizliği İstanbul merkezli olarak harekete geçirdik. Büyük ses getiren “El Ele” eylemiyle başörtüsüne yönelik zulmü duyurduk. Başörtülü görev yaptıkları için haklarında disiplin soruşturması açılan, disiplin cezası verilen ve özellikle de devlet memurluğundan çıkarılan kardeşlerimizin ve ablalarımızın idari soruşturmalarına, dava süreçlerine yönelik destek ekibi oluşturduk ve hukuki yardım gerçekleştiren bir sistemin kurulmasına öncülük ettik.

Mehmet Akif İnan Ağabeyin “Büyük rüyalarla geçmişse ömür/Hiç yanmam ölümün her çeşidine” tespiti üzerinden dünyevi makamlar bağlamında zirveye ulaşmayı değil, Hakkı üstün tutma mücadelesinde en öndeki mevzide olmayı önemsedik.  Ömrün bereketinin, Hak akışına mensup olarak alınıp verilen her nefesin Hakk’ın rızasına göre alınıp verilmesiyle tecelli edeceği gerçeğiyle hareket ettik. Yine Mehmet Akif İnan Ağabeyin “Kim demiş her şeyin bitişi ölüm/Destanlar yayılır mezarımızdan” beytinde vurguladığı hayırlı akıbete talip olmaya çalıştık. Sendikacılığımız, medeniyet yürüyüşümüzün ilk merhalesi değildir, son merhalesi de olmayacaktır. Gençliğimizin ilk döneminden itibaren nerede Allah’ın rızasını kazanmaya imkân veren bir hizmet varsa orada bulunmaya, çağrıya ilk koşan olmaya, en önde koşmaya özen gösterdik. Sendikacılığımızı ve sivil toplumcu aksiyoner kimliğimizi, “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır” hadis-i şerifindeki prensip üzerine inşa ettik. Sendikanın ve sendikacılığın bizim anlayışımızdaki karşılığı budur.

1992 yılında Mehmet Akif İnan’ın davetiyle başlayan Eğitim-Bir-Senli yolculuğumuz, ilçe temsilciliği, şube sekreterliği, genel başkan yardımcılığı ve son 12 yılı da genel başkanlık olmak üzere çok şükür 23 yıla yaklaştı.  Evet, “Özgürlük diskuru” patentiyle millete sunulmuş olsa da gerçekte “vesayeti kurumsallaştırma paketi” hükmündeki bir anayasanın yürürlüğe girdiği 1961’de başlayan ve 53 yılı geride kalan dünya hayatımda 23 yıldır Eğitim-Bir-Sen’le yol almanın, Eğitim-Bir-Senli kardeşlerimle yol arkadaşlığı yapmanın, davadaş ve gönüldaş olmanın huzurunu, onurunu ve mutluluğunu yaşıyorum, yaşamaya da devam edeceğim. 23 yıllık bu süreç, tüm hayatımızı kuşatan, yaşam biçimimiz haline gelen medeniyeti ihya ve inşa, hak arama, haksızlığa karşı durma, mazluma ve mağdura el uzatma, milletimiz için adil bir ülke, insanlık için adil bir dünya kurma mücadelesinde neferlik, yöneticilik ve öncülükle geçmiştir.

Kimseyi kırmadan, kimseye kırılmadan; yıkmadan, dökmeden, fitne ve fesada bulaşmadan, teşkilatına inanarak, teşkilatıyla birlikte yol alarak sendikacılık yaptık. Sendikayı evimiz bilerek, hak arama mücadelesini ve sendikacılığımızı hayırlı iş hanemize yazılacak ibadet hükmünde görerek yol aldık, yol açtık. Eğitim-Bir-Sen’e, milletin, bu milletin çocuklarının, gençlerinin, kadınlarının, dünya mazlumlarının, medeniyet havzamızdaki adalet mağdurlarının ihtiyacı var dedik. Selam vermediğimiz, soylu mücadeleye davet etmediğimiz eğitim çalışanı kalmamalı diyerek okul okul, köy köy, ilçe ilçe gezdik. Engellemelere, sırt dönmelere aldırmadık. Kırgınlığa prim vermedik, yorgunluğa düşmedik. Maddi imkânsızlığın zirve yaptığı dönemlerde “yok” diyerek geri çekilmedik, her türlü imkâna sahip olduğumuz süreçlerde de “var” diyerek kibre düşmedik. Üye kazanmak için yalan söylemedik. Üye kaybederiz vehmiyle hakkı söylemekten çekinmedik.

Eğitim-Bir-Sen’in varlık-yokluk mücadelesi vermek zorunda kaldığı, ekonomik yoksunluklarla boğuştuğu, üyelerinin 28 Şubat sürecinin en sıkıntılı zamanlarında türlü zulümlere tabi tutulduğu, sendika yasasının çıkışıyla birlikte kaynaktan aidat kesintisi yaptırabilmek için çalışanların yüzde 5’inden fazla üyeye sahip bulunduğunun mahkeme salonlarında ispatlanma mücadelesinin verildiği, darbecilerin ve vesayetçilerin Eğitim-Bir-Sen’i tehdide yeltendiği günlerde de korkmadık, yılmadık, geri çekilmedik, hakkı haykırmaktan, haklının hakkını aramaktan, haksızlığa karşı çıkmaktan geri durmadık. Zor zamanlarda Rabbimize sığındık, duruşumuzu bozmadık. Eğitim-Bir-Sen’in, Memur-Sen’in kuruluş mayası olduğunu hiç aklımızdan çıkarmadık. Memur-Sen Genel Başkanı olduğumuz 2008 yılından bu yana, hem Eğitim-Bir-Sen’e hem de Memur-Sen’e kurumsal liderlik, tecrübe noktasında da teşkilatlara ve mensuplara ağabeylik yapma gayreti içerisinde olduk. Rabbimize binlerce şükür ki, en kesif karanlığın ardından aydınlığın ortaya çıkışı gibi Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen istikrarlı bir büyümeye kavuştu. Cenab-ı Hakk, Türkiye’nin en büyük konfederasyonu ve sendikasının, en diri sivil oluşumunun inşasında hizmet etmeyi, kurumsallaşmasına öncülük etmeyi ve her ikisinin de genel başkanlığını ifa nimetini bizlere nasip etti.

Gelinen noktada, Eğitim-Bir-Sen 300 bini, Memur-Sen 800 bini geçen üye sayısıyla birer medeniyet davası mevzisi olarak; milletin, kamu görevlilerinin ve medeniyet havzasındaki kardeşlerimizin güven merkezi haline gelen, sıkıntılı günlerinde sığınabilecekleri güvenli birer liman; medeniyet sendikacılığının, akademik hizmet sendikacılığının, merhamet sendikacılığının, zulme direniş sendikacılığının patentlerine sahip marka sendika ve sivil toplum örgütleridir.

Türkiye’nin bütün sorunlu alanlarına ilişkin çözüm önerisi geliştiren, vesayet sisteminin döşediği mayınların hem siyasal sistemden hem de eğitim sisteminden temizlenmesine öncülük eden Eğitim-Bir-Sen’deki 23 yıllık neferliğim süresince, gerek Genel Merkez yöneticiliği gerekse şube başkanlığı, il başkanlığı, il, ilçe ve işyeri temsilciliği yapmış, denetim ve disiplin kurullarında görev almış lider sendikacılarla ekip ruhuyla, dayanışma ve kararlılıkla gerçekleştirdiğimiz dönüşüm ve değişimin sonuçlarını sadece Eğitim-Bir-Sen’in ve Memur-Sen’in yetkili olması üzerinden okumak eksik kalır. Suriye’den Arakan’a, Sudan’dan Pakistan’a, Filistin’den Filipinlere kadar mazlum ve mağdurlara verdiğimiz desteği de görmek gerekir.

Her on yılda bir demokratik sivil siyasete, parlamenter rejime balans ayarı çekilen Türkiye fotoğrafını unutmak üzereyiz. Eğitim sisteminde, katsayı adaletsizliği, başörtüsü zulmü, kesintisiz eğitim zulmü sona ermiş; And okuyarak eğitime başlama retoriği tarih olmuş, Milli Güvenlik dersinin varlığı unutulmuş ise, bu, Eğitim-Bir-Sen’in varlığının, kararlılığının ürünüdür.

Biz, sadece kamu çalışanlarının bordrolarını ya da ücretlerini yükseltmekle sınırlı bir hedefi kuşanamayız. Biz, bu milletin ufkunu genişletmek, vizyonunu ve hedeflerini yükseltmekle de sorumluyuz. Biz, adalete, barışa, huzura, kalkınma ve refaha ulaşmış bir dünyayı hedefleyerek yol almak durumundayız. Üyelerimizin sayısına, yetkili oluşumuza, toplu sözleşmede ürettiğimiz kazanımlara bakarak övünemeyiz, kibre düşemeyiz. Biz, yeni Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünya hayali ve hedefiyle yol almak durumundayız. Gazze kuşatma, Mescid-i Aksa işgal altında iken, Doğu Türkistan’da Müslüman olmak ölüme komşu olmak iken, Arakan’da Müslüman kanının dökülmesi olağan hale gelmiş iken, Mısır’da seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi hapiste, darbeci ve vahşi Sisi iktidarda iken; yetkili sendikayız, “zafer bizim” diyemeyiz. Bizim sendikacılığımız, Resmi Gazete’de yayımlanan tebliğ ile en çok üyeye sahip sendika sıfatına sahip olmakla, toplu sözleşme masasına yetkili sendika olarak oturmakla yetinmez, yetinemez. Biz, hayatın her anını yöneten bir imanın, insanı temel kabul eden bir irfanın, önce insan diyen bir izanın sendikal kulvardaki öncüleriyiz. Haksızlık bitmedikçe, zulüm ateşi sönmedikçe, ancak “zafere yakınız” diyebiliriz. Bizim sendikacılığımızda “emeklilik” yok. Bizim sendikal anlayışımızda, “ben olmazsam” diye başlayan kibir cümlelerine, “o olmamalı” hükmünü içeren ayrıştırma ifadelerine yer yok. Bizim sendikacılığımızda entrikaya, dedikoduya, had bilmezliğe yer yok. Biz, özür beyan edeni affetmeyi, hatamız varsa af dilemeyi de biliriz. Biz, hesap ederek mücadele eden ama dava arkadaşlarının hiçbiriyle hesaplaşmayı düşünmeyen, “Bismillah” diyerek başladığı görevi “Elhamdulillah” diyerek tamamlamayı hedefleyen sabır, sebat ve hikmet sendikacılığının yârenleriyiz. Vakti geldiğinde ve hak edildiğinde “emaneti almaktan kaçmayan”, vakti saati geldiğinde de “emaneti ehline sunmaktan haz duyan” medeniyet sendikacılığının, yöneticiliği bittiğinde de “üretmeye devam eden”, genel başkanlığı sona erdiğinde “Eğitim-Bir-Sen’in üyesi olmanın heyecanını devam ettiren” davaya aidiyet sendikacılığının mimarlarıyız.

Bizim için de, 2002’de teslim aldığımız emaneti ehline tevdi vakti yaklaştı. 2015’in Şubatı 12 yıllık genel başkanlık süresinin son demi olacak. Eğitim-Bir-Sen tüzüğündeki “Aynı kişi, Genel Başkanlık dâhil aynı unvanlı Genel Yönetim Kurulu üyeliği, Şube Başkanlığı ve aynı unvanlı Şube Yönetim Kurulu üyeliği ile il, üniversite ve ilçe temsilcisi görevlerine en fazla üst üste üç dönem seçilebilir” hükmü gereğince, Eğitim-Bir-Sen’deki 12 yıllık genel başkanlık dönemim sona eriyor; Eğitim-Bir-Sen’e aidiyetim ise devam ediyor, üye olarak devam edecek. 21-22 Şubat 2015 tarihlerinde gerçekleşecek Eğitim-Bir-Sen 5. Olağan Genel Kurulu’nda, genel başkanlık görevini Genel Kurulda seçilecek arkadaşımıza, kardeşimize devredeceğiz. Çok şükür, bu emaneti zerre tereddüde düşmeden devredeceğimiz sayısız dostumuz, kardeşimiz var. Eğitim-Bir-Sen, kurumsallaşma sürecini tamamlamış, yetkili sendika sıfatıyla eğitim çalışanlarının teveccühüne mazhar olurken, bütün yönleriyle takip edilen lider ve marka sendika olmuştur. Başta, kurucu Genel Başkanımız Mehmet Akif İnan Ağabey olmak üzere, milletimizin ve eğitim çalışanlarının övgüsüne mazhar olan Eğitim-Bir-Sen markasının oluşumuna katkı sunan ağabeylerimizi, ablalarımızı, kardeşlerimizi hayırla yâd ediyorum. Ahirete irtihal edenlere Allah’tan rahmet, hayatta olanlara sağlıklı ve huzurlu bir ömür niyaz ediyorum.

Bizim mücadelemiz, insanlık tarihiyle eş tarihi olan hak-batıl mücadelesinin bir merhalesinde bizden bekleneni yerine getirme, üzerimize düşen sorumluluğu bihakkın ifa etme, görevimizi gönül huzuru ve yüz akıyla tamamlama mücadelesidir. Bu mücadele, bizimle kaim değildir. Bu mücadelenin bayrağını bize taşıyanların güvenini boşa çıkarmadığımıza inanıyoruz. Birlikte zirveye taşıdığımız bayrağı emanet vakti geldi. Bayrağı bizden alacakların, emaneti yükleneceklerin daha da ileriye taşıyacaklarına yürekten inanıyorum. Bu kervan bizimle yola çıkmış değildir, bizim ayrılışımızla birlikte yolda kalacak da değildir. Biz, bu kutlu yürüyüşün bir merhalesinde kervanın başında bulunma nimetine erişmiş olmanın/külfetini yüklenmiş olmanın şükrü içerisindeyiz.

Sevgili Peygamberimiz (S.A.V), Müslim’in Ebu Hureyre’den (r.a) rivayet ettiği bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i cariye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” Bizim sendikacılığımız amel defterini ebediyen açık bırakmak için ter akıtmanın başka bir adıdır. Ümmet bilinciyle, İslam kardeşliğini önceleyerek, gücü ne olursa olsun zalimin karşısında, kimliğine bakmaksızın mazlumun yanında yer alarak, sarsılmış medeniyet değerlerimizin yeniden ihyasına yönelik kongreler, şûralar, sempozyumlar, paneller, konferanslar, kitaplar, dergilerle; eylemler ve mitinglerle tarihe geçmiş bulunan bir mücadeleyi gücümüzün son raddesine kadar esirgemeden ortaya koyduk. Büyük davalarda, büyük dava yolculularında vedalara yer yoktur. Davanın farklı bir mecrasında, farklı bir zemininde davaya hizmet, dava insanlarına hürmet ve destek devam eder, devam etmelidir.

Haklarının savunulması ve emeklerinin karşılığını alabilmek için bizi kendilerine vekil olarak tayin eden yüz binlerin, milletimizin ve dünya mazlumlarının emanetini layıkıyla taşımaya gayret ettik. Yapıp ettiklerimizi, eksiklerimizi, fazlalıklarımızı tarih değerlendirecektir. Bu hususta gayret ettiğimize, 300 bini aşkın Eğitim-Bir-Sen üyesi kardeşimden şahitliklerini her iki dünyada da istirham ediyorum. Bilmeden kalbini kırdığımız, gönlünü almayı unuttuğumuz, takdir etmekte noksan kaldığımız, davanın hızla zirveye ulaşması adına tekdir dilini kullandığımız kardeşlerim varsa bu vesileyle haklarını helal etmelerini diliyorum. Biz, bizden yana haklarımızı helal ettik.

Allah, hepimizi kendi hükmünün icrasına vekil kılsın, yâr ve yardımcımız olsun…