ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde yeni dinamikler

Son dönemde Suudi Arabistan istihbaratının önemli isimlerinden El-Cebri’nin açıklamalarının ön plana çıkması, Biden yönetiminin Suudi politik sistemine yönelik kritik bir müdahaleye hazırlandığı beklentilerini kuvvetlendirdi.

ANALİZ - Dr. Öğr. Üyesi Necmettin Acar, Suudi Arabistan eski İçişleri Bakanlığı istihbarat yetkilisi Saad el-Cebri ve ailesinin son dönemde ABD medyasına yaptıkları açıklamaları ve ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde yaşanan gelişmeleri AA Analiz’e değerlendirdi:

Geçtiğimiz hafta önce Suudi Arabistan istihbaratının önemli isimlerinden biri olan Saad el-Cebri’nin Amerikan CBS televizyonuna [1], daha sonra da el-Cebri’nin kızı Hissah Al-Muzaini’nin CNN International’a yaptığı açıklamalar[2], Orta Doğu siyasetinin önemli gündem maddelerinden biri olarak ön plana çıktı. Açıklamaları önemli kılan üç nokta oldu: Açıklamaların Suudi istihbaratının üst düzey isimlerinden birisi ve onun ailesi tarafından yapılması, açıklamalarda Suudi Arabistan’ın fiili yöneticisi Muhammed bin Selman hakkında ciddi iddialar ortaya atılması ve açıklamaların ABD’nin önemli yayın organları tarafından üst perdeden verilmesi.

CBS yayınında Cemal Kaşıkçı suikastı sonrası Veliaht Prens'in, el-Cebri’yi öldürtmek üzere Kanada'ya bir ölüm mangası gönderdiğinin ileri sürülmesi ve el-Cebri’nin bazı aile üyelerinin Suudi Arabistan’da rehin tutuluyor olması, yapılan açıklamaların önemini artırdı. Aynı zamanda el-Cebri’nin programın sunucusuna izlettiği ve kendisinin öldürülmesi halinde yayınlanmasına izin verdiği bir videodan bahsetmesi de Riyad’a yönelik uluslararası bir baskının harekete geçirilmeye çalışıldığını ortaya koydu.

Biden döneminde ABD-Suudi ilişkilerinin seyri
Joe Biden’ın ABD başkanlığına seçilmesiyle ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde önemli bir değişimin yaşanması beklenen bir gelişmeydi. Biden yönetiminin Kaşıkçı raporunu açıklayarak Muhammed bin Selman’ı doğrudan hedef alması, Yemen savaşına yönelik Suudi Arabistan’a sağlanan kısıtlı desteği sonlandırması ve 2019 yılında Suudi ARAMCO’ya düzenlenen saldırılar sonrası kritik Suudi tesislerini korumak için konuşlandırdığı hava savunma sistemlerini eylül ayında geri çekmesi, bu değişimin önemli emarelerinden.

El-Cebri ve kızının yaptığı açıklamaların ABD’nin önde gelen medya organlarında kendine yer bulması, ABD’nin, Suud hanedanı arasında gerçekleşen güç kaymasında taraf tutarak, Suudi siyasal sistemine yönelik kritik bir müdahaleye hazırlandığı izlenimi veriyor.

El-Cebri’yi Suudi siyaseti açısından önemli kılan husus, uzun yıllar Suudi istihbaratının en üst düzey isimlerinden biri olmasından ve Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasını müteakiben Veliaht Prenslik görevinden alınan Muhammed bin Nayif’in sağ kolu olmasından kaynaklanıyor. Muhammed bin Nayif, amcası Ahmed bin Abdülaziz’le birlikte vatana ihanet suçlamasıyla geçtiğimiz yıl mart ayında tutuklanmıştı.

Hanedan içi bozulan uyum
2015 yılında Selman bin Abdülaziz’in Suudi tahtına oturmasıyla birlikte Suud hanedanı arasındaki uyumun kademeli olarak bozulmaya başladığı bir süreç başladı. Savunma, İçişleri, Dışişleri, Ulusal Muhafızlar, Enerji Bakanlıkları ve Genel İstihbarat Dairesi gibi kurumların doğrudan ya da dolaylı biçimde Muhammed bin Selman’ın denetimine verilmesi, Suud hanedanı içerisindeki uyumu bozan en önemli gelişmeydi.

Suudi Arabistan’daki önemli kurumların hanedan içerisinde bir güç dengesi oluşturacak biçimde kurucu Kral Abdülaziz bin Suud’un oğullarının liderliğinde oluşan farklı aile kollarının denetimine verilmesi geleneği “hanedan içi konsensüsü” etkili bir yönetimin vazgeçilmez unsuru haline getirmiştir. Suudi güvenliğinde; İçişleri Bakanlığı 1975 yılından beri Nayif bin Abdülaziz'in, Ulusal Muhafızlar 1962’den beri Abdullah bin Abdülaziz'in ve Savunma Bakanlığı ise 1962'den beri Sultan bin Abdulaziz'in olmak üzere hanedan "klanlarının" denetiminde bulunuyor. Bu dağılım, bir taraftan hanedan içinde gücün ve prestijin dengeli dağılımını simgeliyor, diğer taraftan ülkede güvenlik ve savunmaya dair alınacak kritik kararlarda bu üç ailenin konsensüsünü zorunlu kılıyordu. Selman’ın tüm bu kritik kurumları oğlu Muhammed’in denetimine vermesi, Suud hanedanının kıdemli üyelerinin yönetimden dışlanmasına yol açarak, hanedan üyeleri arasında ciddi bir rahatsızlığa yol açtı.

Muhammed bin Nayif’in Krallık’taki gücünün kaynakları
Yaklaşık 40 yıldan beri İçişleri Bakanlığı’nda üst düzey görevler yapan ve babasının vefatıyla 2012-2017 döneminde de bizzat İçişleri Bakanlığı görevini yürüten Muhammed bin Nayif’in, 2017 yılında hem Veliaht Prenslik hem de Bakanlık görevlerinden alınması, hanedan içi uyumu bozan en önemli gelişmelerden biriydi. Muhammed bin Nayif’in 2020 yılında amcası Ahmed bin Abdülaziz’le birlikte vatana ihanet suçlamasıyla tutuklanması, Muhammed bin Selman’ın yolsuzluk ve vatana ihanet suçlamalarını Suudi tahtını ele geçirmek için kullandığı yorumlarını kuvvetlendirdi.

Şüphesiz eski ABD Başkanı Donald Trump ile damadı ve başdanışmanı Jared Kushner, Muhammed bin Selman’ın ülkede tüm politik gücü ele geçirmesi sürecinde en büyük desteği sağlayan isimler olmuştu. Trump yönetimi göreve gelir gelmez, dolaylı yollardan müdahalede bulunarak Suud hanedanı içerisinde güç kaymasına yol açan bu süreci destekledi. Barack Obama döneminde ABD kurumları nezdinde oldukça popüler olan Muhammed bin Nayif, Trump yönetiminin sağladığı bu destek sayesinde tüm görevlerinden azledilerek yönetimden dışlandı.

Suud hanedanın en üst düzey isimlerinden biri olan Muhammed bin Nayif’in sağ kolu el-Cebri’nin açıklamalarının son dönemde ön plana çıkması, Biden yönetiminin Suudi politik sistemine yönelik kritik bir müdahaleye hazırlandığı beklentilerini kuvvetlendirdi. Muhammed bin Selman’ın uzun süredir ABD’ye gitmekten kaçınması ve geçtiğimiz günlerde Roma’da düzenlenen G20 zirvesinde Suudi heyetine ilerleyen yaşına ve kötüleşen sağlık durumuna rağmen Kral Selman’ın başkanlık etmesi, Veliaht Prens’in Biden ve ekibi ile arasının iyi olmadığının en önemli göstergeleri.

El-Cebri ve kızının açıklamalarının G20 zirvesi öncesi gündeme taşınması da Muhammed bin Selman’a yönelik önemli bir mesajdır. “Vizyon 2030” projesi ile Suudi Arabistan’ı petrole bağımlılıktan kurtarmak isteyen ve 2015 yılında kritik 22 bakanlığı kapsayacak şekilde oluşturulan Ekonomik ve Kalkınma Konseyi’nin başkanı olan Muhammed bin Selman, küresel ekonomi açısından çok önemli olan bir zirve toplantısına katılmadı. Veliaht Prens’in G20 zirvesine katılmama kararı ile el-Cebri ve kızının şok edici açıklamaları arasında bir bağlantı olduğu söylenebilir. Halbuki G20’nin 2020 yılı dönem başkanlığının Riyad’a verilmiş olması, Krallık’ta köklü ekonomik reformlar planlayan Muhammed bin Selman’ın prestijini artırmıştı.

El-Cebri’nin açıklamalarının muhtemel hedefleri
ABD kamuoyu ve Kongresi de Biden’ı, Muhammed bin Selman konusunda baskılıyor. Bütün bu gelişmelere ilaveten ABD’nin, Suudi Arabistan ve ülkenin fiili yöneticisi olan Muhammed bin Selman’ın politikalarıyla ilgili bazı rahatsızlıklardan bahsedilebilir.

Öncelikle, son yıllarda Çin’in “tehlikeli yükselişini” dengelemek için yönünü Asya-Pasifik bölgesine çeviren ve Orta Doğu bölgesindeki güvenlik taahhütlerini azaltmak isteyen ABD yönetimi için Suudi Arabistan’ın kendi güvenliğini ve bölge güvenliğini tehlikeye atacak adımlara yönelmesi kabul edilmez bir durumdur. Suudilerin iddialı ve müdahaleci politikaları, içeride rejimin güvenliğini, bölge genelinde ise istikrarı tehlikeye atarak ABD’nin bölgedeki güvenlik maliyetinin artmasına yol açabilir.

El-Cebri’nin açıklamalarının ABD kamuoyunda ön plana çıkartılması, Washington’un Muhammed bin Nayif'e yönelik bir destek mesajı olarak da okunabilir. İçişleri Bakanlığı döneminde başta CIA olmak üzere ABD’li güvenlik birimleri ile iyi ilişkiler geliştiren ve ABD’nin terörle mücadele vizyonu açısından faydalı işler yapan Muhammed bin Nayif, sahip olduğu bu bağlantılar sebebiyle Suudi tahtının en güçlü adaylarından biri olarak kabul ediliyordu.

Son olarak, ABD yönetimi el-Cebri’nin açıklamalarını kaldıraç olarak kullanmak suretiyle Muhammed bin Selman’ı baskılamayı, Veliaht Prens öncülüğünde köklü bir ekonomi-politik değişim sürecine giren Suudi Arabistan’ın geleceği ile ilgili konularda daha fazla söz sahibi olmayı istiyor olabilir. Dolayısıyla yakın dönemde ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde ve Suudi Arabistan yönetiminde yeni gelişmelerin yaşanması sürpriz olmayacaktır.